Bir kavgaya girmezse eğer: -tedirgin- hazırdır yok etmeye onu büyük silgi. Gönüllüce. Gönlünce.
Hoşça Kal Gün
Güneş akkor bir gülle bulutların perdesinde.
Bizi acıtan o gizli ışık kolumuzu kanadımızı yerinden eden geçiyor kalın fırçasıyla hazla renklerin üzerinden.
Hoşça kal gün!
Gönüllü sürgün toprağa veriyor biriktirdiklerini. Toparlanıyor gün, çekiyor geniş pencereye hızla gizlerin perdesini.
Hoşça kal gün!
Karıncalı Rulman
-dirim ve mekaniğin kör diyalektiği-
“Oteller tekinsiz mekânlar”* dağlar da öyle; evler kalıyor geriye: o kutsal sığınaklar, beyaz tanrılar, sanal evren, vesaire..
Bir de -olmazsa olmaz- yatakta sarhoş bilye; döner dururuz boşluğun metal ikliminde.
*Ahmet Oktay
Şimşeğin Gözüyle
Biz tam da onarırken eskiyen bir yalnızlığı, bir çift göz gönderiyor şimşek -unutmamız için her şeyi- dar gecemizin içine.
Geciken yolla körleşiyoruz, bir kez daha yeniliyor söz.
Günün Kapısında Duruyorken
Ey gökyüzünün başını döndüren kartal, sessiz sözsüz anlaşmaların gök mührü! Yolun herkese kolay geçit kendine küskün duvar. Kargalar geceni belliyor gözükaralığında senin.
Hafif bir yel dal sarsılır kımıldar bütün yaprakları içimin. “Sözcüklerin ateşine su serper eylemin”*
Ey ateşin ağzıyla suyun dilini çözen bilge; adına gizlenmiş birkaç düş gölgesi uyukluyor duruşunda senin. Hayatı ağırlıyorsun kayaların toprak olduğu yerde, ve taze bir güneş kovalıyor kokuşmuş gölgeyi.
Ey gökyüzünün başını döndüren kartal! Düşlerde yol alışı sürgünün yitirdiği dal üstünedir. Yorgun değilsin taşın yüreğini aramaktan, kök yadsımasa, dal ezmese bağlılığıyla seni.
Çok uzakta, yalnız bir sakız ağacı uyandırıyor tan yelini, söylemesi için yeni günün türküsünü gün görmemiş sesiyle.
*Shakespeare
Kan Sustu
Kan sustu.
Unutmaya koşuyorum: -evet unutmaya- o soğuk çağın biriktirdiklerini, yığdıklarını, yaldızlı armağanlarını.
Yürüdü çığlık.
Acının bildiği: gece ve gündüz ikindi ve öğle birer düş sayfasıdır ayın parlak dürbünüyle okunan.